Tanzimat Döneminde Edebi Türler

22 Mayıs 2013 tarihinde tarafından eklendi.

Tanzimattan önceki edebiyatımızın ağırlık noktasını nazım meydana getirir. Nesirle yazılan eserler de bile çok defa nazmın kurallarına dikkat edilmiş, nesir dili nazma yaklaştırılmaya çalışılmıştır. Tanzimatın I. dönem sanatçılarının üçünün de şair olması, edebiyatımızda ilk yenileşen türün şiir olmasını sağlar. Sanatçılar, nesir dilini konuşma dili ve üslûbuna yaklaştırma çalışmalarını şiirde de denerler. Ancak Divan şiiri geleneği – eskisi kadar güçlü olmasa da- varlığını sürdürmektedir. Hatta Dîvan şiirini yaşatmak isteyen ve içlerinde Namık Kemal ile Ziya Paşa‘nın da bulunduğu şairler, “Encümen-i Şuarâ” adıyla bir grup kurarlar.

Şiirdeki değişmenin temelini Şinasi atar. 1860’dan önce Fransızcadan yaptığı tercüme şiirlerde yeni şekiller ve yeni bir üslûp görülür. Bu tercümeler ve kendi yazdığı şiirler şekil ve muhteva bakımından Dîvan şiirlerinden farklıdır. Şinasi’nin gazete dili ile halka seslenme ve yönelme düşüncesi, şiirimize düşünce ağırlıklı şiirlerin ilk örneklerini kazandırır. İkinci yenilik ise Dîvan edebiyatı nazım şekilleri üzerinde yapılan değişikliktir. Bunun da öncülüğünü Şinasi yapar. Ancak bu değişiklik önce Akif Paşa‘nın torununun ölümü üzerine yazdığı koşma tarzındaki “Mersiye” sinde görülür.

Şinasi, Mustafa Reşit Paşa için yazdığı dört kasidede klâsik kasidenin beyit sayısı, kafiyelenişi ve kaside bölümlerini dikkate almaz. Muhteva olarak da her beyitte Mustafa Reşit Paşa‘yı beylik kavramlarla değil, gerçek özellikleriyle övdüğü gibi, onun şahsından hareketle Tanzimat’ın getirmeye çalıştığı değerleri de vurgulamıştır. Hak, adalet, devlet, kanun, medeniyet, hukuk gibi kavramlar bu şiirlerde yer alır. Bu şiirlere hakim olan unsur akıl’dır. Aynı yaklaşımı Namık Kemal “Hürriyet Kasidesi“nde sergiler. Şinasi’nin getirdiği diğer bir yenilik ise şiirlerine konularına uygun adlar vermesidir.

Eski nazım şekillerinden farklı olarak denenen yeni nazım şekillerini, Tanzimatın II. kuşağından Recaîzâde Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hâmid daha da geliştirerek yaygınlaştırırlar. Aynı yolu Namık KemalVaveyla” ve “Hilâl-i Osmanî” adlı şiirlerinde dener. Ancak, bu dönem şiirlerinin pek çoğu yine de Dîvan edebiyatı nazım şekilleriyle yazılır. Hece vezni denenirse, şairler genellikle aruzu tercih ederler, sanatlı anlatımdan da kendilerini kurtaramazlar.

Tanzimat dönemi şairlerinin şiire bakış açılan da farklıdır. I. kuşak şairleri Divan edebiyatını tenkid eder ve onu yıkmaya çalışırlar. Ziya Paşa “Şiir ve İnşâ” adlı makalesinde gerçek şiirimizin halk şiiri olduğunu söyler. Daha sonra yazdığı “Harabat Mukaddimesi”nde ise bu görüşlerini değiştirir; Dîvan şiirini savunur. Şiirleri teknik bakımdan eskiye bağlıdır. Namık Kemal ise Tahrîb-i Hârâbat ve Tâkib adlı eserinde Ziya Paşa‘yı tenkid ederek onu eskiyi diriltmeye çalışmakla suçlar. Namık Kemal‘e göre Dîvan şiiri gerçeklerden kopuk ve mantıksızdır.

II. kuşak şairleri ise şiiri sanat açısından ele alırlar ve estetik yönünü işlerler. Recaîzâde Mahmut Ekrem, dil ve üslûptan hareketle, Talîm-i Edebiyyât (1879). III. Zemzeme‘nin önsözü, Takdîr-i Elhân (1886) ve Pejmürde (1895) adlı eserlerinde ve bazı makalelerinde dil ve üslûptan hareketle, yeni şiirin esaslarını sistemli bir şekilde açıklar. Ona göre, şiirin tek gayesi güzelliktir. Bu güzelliği yaratacak iki unsur; konu ve üslûp güzelliğidir. Şiir ne ahlâka hizmet etmek, ne de mantığa uymak zorundadır. Ahlâk dışı değil, ahlâkla ilgisizdir. “Güzel olan her şey” şiirin konusudur. Şiirin “konuşma dilinden ayrı, özel bir dile sahip olması” gerekir. Vezin konuya uygun ahengi yaratacak şekilde seçilmelidir. Recaizâde M. Ekrem, güçlü bir şair olmadığı için, görüşlerini kendi şiirlerinde istediği gibi gerçekleştiremez. O, edebiyat tarihimizde şairliğinden ziyade teorisyenliğiyle yerini alır.

Batılılaşma hareketinin getirdiği yenilikleri şiirlerinde uygulamaya koyan Abdülhak Hâmid‘dir. A. Hâmid, Namık Kemal‘in düşüncelerini ve Recaizâde M. Ekrem’in teori olarak geliştirdiklerini hiçbir sınırlamaya gitmeksizin uygular. Kaidelerden hiç hoşlanmaz. Batı şiirinde görüp beğendiği, Türk şiirinde olmayan her özelliği uygulamaya kalkması, onu düzensizliğe ve plansızlığa sürüklemiştir. Yeni Türk şiirinde tabiat tasvirlerinin ilk örneklerini o verir. Fakat üslûbu son derece dağınıktır. Şiirlerinde aşk ve tabiat temleri yanında metafizik düşünceler de geniş yer tutar. Hayal gücünün zenginliği, duygularının çeşitliliği ve samimiyeti kusurlarına rağmen onu lirik şiirimizin en büyük temsilcisi yapar.

Tanzimat döneminde eskinin temsilcisi sayılmasına rağmen batılı tarzda şiirler yazan Muallim Naci orta bir yol takip eder. Üslûpta eskiyi savunan şair, Türk edebiyatının kökten değil, kısmen modernleştirilmesini savunur ve bu tarzın başarılı örneklerim verir.
Tanzimat şiirinde meydana gelen asıl yenilik muhtevada gerçekleştirilir. Tanzimat şiiri, işlediği konular bakımından ikiye ayrılır: I. dönem şairleri Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal siyasî düşünceleri ve sosyal değerleri ön plânda tutarlar. Sosyal meselelere siyasî açıdan bakarlar. Siyasî değişme ve gelişmelere paralel olarak, Şinasi “hak, kanun, adalet, millet, medeniyet, hükumet, reisicumhur” gibi sosyal muhtevalı ve meşrutiyetle ilgili kavramlara şiirinde yer verir. Ziya Paşa bu şiiri “hürriyet, cumhuriyet, müsavat” gibi değerlerle zenginleştirirken, Namık Kemal’in şiirlerinde “hak, adalet, eşitlik, vatan, hürriyet” temleri ısrarla vurgulanır. Sosyal adalet ise işlenen bir başka temadır.

I. dönem şairlerini Divan şairlerinden ayıran bir başka hususiyet ise din karşısındaki tavırlarıdır. Dinin mutlak değerlerine rağmen, dinin karşısında düşünen insanı ve kadere isyanı ilk kez Akif Paşa “Adem Kasidesi”nde dile getirir. Şinasi, “Münâcât” ve “İlâhî” adlı manzumelerinde Tanrı’nın birliğini, kainattaki varlıklardan ve insanî değerlerden hareket ederek kabul etme yolunu seçer. O, Tanrı’nın birliğine olan inancını manevî değerlerle değil, maddî değerlerle beslemek ister. Ziya Paşa ise “Terci-i Bend“inde insan kaderini ve kainatın yaratılışındaki sırrı, aklımızla idrak etmenin mümkün olmadığı, Allah’ın yarattığı kainatı, yine onun idare ettiği, insanın, bu ilâhi nizamı olduğu gibi kabul etmesi gerektiği sonucuna varır. İnsan bu akıl almaz nizam karşısında ancak şaşkınlık ve hayranlık duyabilir. Ziya Paşa, felsefî düşüncenin şiirdeki ilk örneklerinden birini verir. Bu düşünceler II. dönem şairlerinin özellikle Abdülhak Hâmid‘in metafizik düşüncelerine zemin hazırlar.

Tanzimat II. dönem şairleri, sosyal ve siyasî temleri devrin şartları içinde rahat kullanamazlar. Bunun yerine ferdî duygulanmaları ve yaşanılan hayatı dile getirirler. Romantık edebiyatın da etkisiyle duyan, düşünen, seven, acılara tepki gösteren, bazen de kadere karşı çıkan insan tipi ortaya çıkar. II. dönem şairlerinin kullandığı en önemli temler tabiat ve ölümdür. Ölüm temi Recaîzâde Mahmut Ekrem ile Abdülhak Hâmid‘in şiirlerinde geniş yer tutar. Bu dönemde günlük olaylar ve duygulanmaların yanı sıra aşk temi de işlenir. Aşk temi içinde kadın anlayışının da değiştiği görülür. Dîvan şairlerinin ideal kadın tipi yerine, günlük hayatın içindeki kadına yer verilir.

Tanzimat dönemi sanatçıları, şiir başta olmak üzere, edebiyatımızda, şekilden muhtevaya kadar pek çok yeniliğin öncülüğünü yaparlar. Yaptıkları yenilikler, kendilerinden sonra gelen ve yeniliği benimseyen sanatçılar tarafından daha ileriye götürülür ve Tanzimat edebiyatı yenileşen edebiyatımızın kaynağı olur.

Etiketler:

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Şu Sayfamız Çok Beğenildi
Araba Sevdası Özeti